İçeriğe geç

Orta Dünya’da Leviathan ile Yüzleşmek – Tolkien’in Siyasal Alegorisi

J.R.R. Tolkien’in “Yüzüklerin Efendisi” evreni; siyasi iktidar, iktidar boşluğu, tabii hal ve toplum sözleşmesi gibi kavramların gözlemlenebileneceği bir üçlemedir. Güç ve sorumluluk teması üzerine düşündüren bu seri, aynı zamanda farklı toplulukların birleşip büyük tehditlere karşı nasıl mukavemet edilebileceğini gösterir. Bu durum, her toplumun temelinde varolduğu sanılan sözleşmeler ve bu sözleşmelerin sürdürülmesi hakkındaki soruları akıllara getirir. Tolkien’in eserleri, bu açıdan Hobbes, Locke ve Rousseau’nun teorileriyle benzerlikler göstererek bu düşünceleri fantastik bir şekilde ele alır. Bu inceleme, Orta Dünya’daki iktidar mücadeleleri, toplum sözleşmeleri, anayasal kavramlar ve hukuk düzeni üzerinden Tolkien’in eserlerinin bugünkü dünya üzerindeki anlamını araştıracaktır. Orta Dünya’nın siyasi yapıları ve sosyal düzenin ideal unsurları üzerine bulgularımla, eserlerin derinlemesine analizini sunmayı amaçlıyorum.

Gücün Fiziksel Temsili ve Irkların Yönetim Biçimleri
Tek Yüzük, Tolkien’in evreninde iktidarın fiziksel temsilidir. Sauron tarafından Hüküm Dağı’nın zirvesinde dövülen Tek Yüzük’ün gücü, sahibine Dünya üzerindeki diğer iradeleri domine etme ve böylece mutlak iktidara erişme fırsatı verir. Ancak bu güç, büyük bir sorumluluk ve ahlaki çöküş riski de getirir. Yüzük, sahibine sadece güç vaat etmekle kalmaz aynı zamanda onun iradesini ve ahlakını da bozar. Lord Acton’ın klasikleşmiş “İktidar yozlaştırır; mutlak iktidar mutlak yozlaştırır” sözüyle örtüştüğü üzere bu güç, mutlak iktidarın kendi başına yozlaştırıcı ve zehirleyici bir doğası olduğu fikrini yansıtır. Gücün kontrolsüz kullanımının birey üzerindeki olumsuz etkilerini bize Frodo, Boromir, Gollum ve hatta bir Istari olan Gandalf gibi karakterler üzerinden gösterir. Bu karakterlerin yüzükle etkileşime geçtiğinde verdikleri reaksiyonlar, gücün hem çekiciliği hem de yozlaştırıcı etkisini gözler önüne serer. Tek Yüzük, modern siyasette bireylerin ahlaki bütünlüğünü aşındıran mutlak güç arzusunun alegorik bir yansımasıdır.  

Orta Dünya’da iktidar boşlukları ve bu boşluklar etrafında dönenç ekişmeler, spefisik olarak Gondor’un tahtı ve Rohan gibi krallıklar arasındaki ilişkilerde görülür. Gondor’da uzun süredir bir kral yoktur ve bu boşluk Denethor gibi kabiliyetsiz Steward’ların yönetimi altında kalmıştır. Stewardlık, monarşinin sembolik olarak sürmesine rağmen karar alma kapasitesinin zayıfladığı ve dış tehditlere karşı savunmasız hale geldiği bir siyasal ortam yaratır. Denethor’un yönetimi, Weberyen anlamda “geleneksel meşruiyetin” çöküşünü ve liderlik yoksunluğunda devletin işlevsizleşmesini temsil eder. Rohan’da ise Kral Théoden’in iradesi, Sauron’un müttefiği Saruman tarafından esir alınmıştır. Bu durumlar, iktidar boşluklarının nasıl dış mihrakların etkisine ve siyasi istikrarsızlığa yol açabileceğini gösterir.

Her ırkın siyasi yapısı, onların antropolojik ve kültürel karakteristiklerini yansıtır. Elfler, ölümsüzlükleri ve doğa ile olan uyumları sebebiyle yönetimleri aristokratik bir elitler sistemine ve hatta kimi zaman teokratik öğelere dayanır. Bu bağlamda, Yüksek Elf Kralı Gil-galad, aristokratik elf yönetiminin tipik örneğidir. Son İttifak Savaşı öncesinde Gil-Galad, Elflerin yüksek kralı olarak tüm Elfleri tek çatı altında birleştirmeyi başarmıştır. İkinci Çağ’ın sonundaki Son İttifak Savaşında, Sauron ile yapılan bire bir çatışmada Gil-galad ve Elendil birlikte Sauron’u alt ederler ancak her ikisi de bu mücadelede hayatlarını kaybederler. Son İttifak zaferine rağmen Gil-galad’ın ardında merkezi bir otorite bırakmamış olması, Elfler arasında dağınıklık ve izole olmalarıyla sonuçlandı. Lindon’da Círdan gibi liman efendileri daha çok izole ve muhafazakar bir yönetim biçimi benimserken Elrond ve Galadriel, Rivendell ve Lothlorien’de siyasi etkinliği sınırlı merkezler kurdular. Elrond ve Galadriel gibi figürlerin liderlikleri, Platon’un “filozof kral” idealinin bir modelidir. Elfler arasında kararlar danışma esasına dayansa da nihai otorite genellikle bir azınlık elitin elindedir. Bu yapı, günümüzde anayasal monarşilere ya da sembolik seçkinci yönetime sahip İskandinav krallıkları ile karşılaştırılabilir.

Gil-Galad ve Elendil, Son İttifak Savaşında Sauron’a Karşı

İnsanlar uygarlıkları ise daha klasik anlamda feodal-monarkik yapılarla temsil edilir. Orta Dünya’daki başlıca insan krallıkları olan Gondor ve Rohan; kuvvetler ayrılığı ilkesinden yoksun, büyük ölçüde geleneksel yönetime ve örfi hukuka dayalı merkezi krallıklardır. Rohan, doğrudan askeri güç ve savaşçı gelenek üzerine kurulu bir süvari krallığıdır. Eorl Hanedanı tarafından yönetilen bu krallıkta, kral aynı zamanda başkomutandır ve yasama-yürütme erklerini şahsında birleştirir. Rohan toplumu, Rohirrim olarak adlandırılan, savaşçı erkeklerin öncülüğünde örgütlenen yarı-feodal bir asker devlet karakteri taşır. Her aile, krala sadakat yeminiyle bağlıdır ve gerektiğinde tüm toplum savaş için seferber olur. Bu yönüyle Rohan, tarihsel olarak 9. yüzyıl Anglosakson ya da Viking liderliğindeki proto-feodal toplumları ya da Erken Orta Çağ Avrupa’sındaki asker soyluluğuna dayalı krallıkları çağrıştırır. Buna karşılık Gondor, Numenor’un mirasçısı olarak daha eski, daha köklü ve siyasal açıdan daha kompleks bir yapıya sahiptir. Gondor, kuruluşunda yüksek bir medeniyet seviyesine ulaşmış; şehir planlaması, hukuk sistemi, bürokratik organizasyon ve yazılı gelenekler açısından oldukça gelişmiş bir krallıktır. Ancak Numenor soyundan gelen kralların soyunun tükenmesi ve yönetimin Stewardlar’a devredilmesiyle birlikte, bu merkezi yapı zayıflamıştır. Gondor’un mevcut yapısı, tarihsel olarak Roma İmparatorluğu’nun çöküş sonrası geçirdiği merkeziyetçilikten yerel güçlere kayış süreciyle benzerlik taşır. Bu iki ayrı uygarlık, Tolkien’in insan doğasına dair sunduğu çift yönlü bakışı temsil eder.

Moria

Cüceler, klan temelli bir organizasyona sahiptir. Aile bağları ve zanaatleri, politik ve sosyal yapılanmanın temelini oluşturur. Bu yapıda ekonomik üretim biçimi yani maden işletmeciliği ve zanaatkârlık, doğrudan siyasi otoritenin kaynağı haline gelir. Tüm bireylerin belirli bir meslek dalında üretken olmaları beklenir. Çalışmayan ya da üretime katılmayan bir birey, topluluk içinde yer bulamaz. Bu yönüyle cüce şehirleri, hem bir sanayi kenti hem de bir garnizon olarak işlev görür. Her cüce, bir yandan demir döverken öte yandan baltasını ve zırhını kullanmayı bilir. Bu, savaş ve üretimin toplumsal olarak iç içe geçtiği Spartalı mantıktan çok Prusya tarzı bir “çalışan-asker yurttaş” modeliyle örtüşür. Bununla birlikte, Tolkien metinlerinde çok az değinilmiş olsa da kadın cüceler, özellikle Silmarillion ve Ekler gibi kaynaklarda ima edildiği kadarıyla erkeklerle büyük ölçüde eşit kabul edilirler. Kadınlar da savaşçı olabilir, zanaatla uğraşabilir ve topluluk içinde prestij sahibi olabilirler. Cüce toplumunda cinsiyet rolleri kesin hatlarla ayrışmaz. Üretkenlik ve sadakat, biyolojik cinsiyetten çok topluluğa hizmet ölçüsüyle değerlendirilir. Bu, Tolkien’in diğer ırklarında daha az görülen toplumsal cinsiyet eşitliğine yakın bir yapı olarak dikkat çeker. Cüce toplumları, Weberyen “rasyonel-yasal” otoritenin değil, karizmatik otoritenin (örneğin Thorin Meşekalkan) hâkim olduğu son derece muhafazakar ve dış etkiye kapalı topluluklardır. Cücelerin bu yapısı, aile şirketlerinin yönettiği otokratik fakat işlevsel mikro-iktidar alanlarına benzetilebilir.

Shire

Hobbitler ise liberal-demokratik değerlere en yakın topluluğu oluşturur. Merkezi otoritenin yok denecek kadar az olduğu Shire; yerel meclisler, gelenekler ve gönüllülük esaslı yönetilir. Hobbit medeniyeti kolektif yaşam, toplumsal alışkanlıklar ve karşılıklı sorumluluk duygusu üzerine inşa edilmiştir. Bu yapı, “doğal hukuk” ve “sivil toplum” kavramlarını bir araya getirir. Hobbitsel düzen, Tocqueville’in Amerika üzerine yaptığı analizlerde öne çıkan yatay toplumsal örgütlenme ve güçlü sivil bağlar ile örtüşür. Aynı şekilde Marx’ın Das Kapital’de işaret ettiği ilkel komünist (primitif komünal) toplum yapısını da yansıtır. Shire’daki ekonomi, mülkiyetin kolektif şekilde kullanılmasına değilse bile üretimin toplumun ortak refahı için yapıldığı kimsenin radikal biçimde zenginleşmediği ya da yoksullaşmadığı bir ekonomik eşitlik anlayışına dayanır. Topluluğun her üyesi ekmeğini kazanmak için çalışır. Çiftçilik, bahçıvanlık, zanaatkârlık gibi meslekler büyük ölçüde herkes tarafından icra edilir ve sosyal statü bu işler üzerinden şekillenmez. Artı değer üretimi ya da sömürü ilişkisi söz konusu değildir. Bu durum, Marx’ın ilkel toplumlar için öngördüğü “herkesin çalıştığı, kimsenin fazladan sömürülmediği, mülkiyetin kamusal ya da toplumsal normlarla dengelendiği komünal yapı” ile örtüşmektedir. Hobbit toplumu bu açıdan bakıldığında kapitalist üretimin olmadığı, sınıfsal ayrışmanın yaşanmadığı ve yöneten–yönetilen ayrımının silikleştiği proto-komünal bir düzen olarak değerlendirilebilir. Hobbitler arasında zenginlik göstergesi olarak servet birikimi ön planda değildir. Shire’ın en zengin ve varlıklı kişilerinden birisi olan Bilbo Baggins, sahip olduğu servetin aksine Shire’da maddiyata bağlı bir statü sahibi değildir. Shire’da insanlar, statülerini maceralarından ve yeteneklerinden kazanır. Bu yönüyle Shire ve genel olarak Hobbitlerin siyasal yapısı, hem liberal-demokratik hem de komünal öğelerin harmanlandığı bir yönetişim ile şekillenir.

Barad-Dur ve Hüküm Dağı

Sauron’un yönetimi ise tek merkezli, totaliter ve mutlakiyetçi bir düzendir. Sauron, kendisini tanrısal bir irade olarak gören ve bu iradeyi mutlak güç, korku ve gözetim yoluyla tüm Orta Dünya’ya dayatmak isteyen fantastik bir tirandır. Bu yönetim tarzı, klasik totalitarizmin başlıca unsurlarını taşır (tek ideoloji, tek lider, tek hedef). Ahlaki muhakemenin tamamen silindiği bu yönetim şekli bireyleri yalnızca birer araç olarak gören bir sistem inşa eder. Sauron’un en önemli araçlarından biri Yüzük Tayflarıdır (Nazgûl). Sauron’un kendilerine verdiği dokuz yüzüğün etkisiyle yozlaşan bu varlıklar artık yalnızca Sauron’un iradesiyle hareket eden, fiziksel varlığını yitirmiş gölgelerdir. Her biri bir zamanlar özgür krallar iken, şimdi tek bir iradenin –Sauron’un iradesinin– mutlak vekilleri haline gelmişlerdir. Yüzük Tayfları, aynı zamanda Sauron’un gözetim ağının ve korku ideolojisinin işlevsel uzantılarıdır. Bu yönleriyle, Orwell’in 1984‘teki Thought Police’i ya da Stalin döneminin NKVD ajanlarıyla karşılaştırılabilirler. Mordor’un kendiside bu totaliter yapıyı yansıtır. Barad-dûr, Sauron’un mutlak otoritesinin merkezi olarak tüm Orta Dünya üzerinde yükselen karanlık bir kule şeklinde tasarlanmıştır. Çevresindeki topraklar yaşanılabilir olmaktan çıkmış, tamamen askeri ve endüstriyel bir düzene dönüştürülmüştür. Mordor’un herhangi bir yerinde herhangi bir medeniyetin veya kültürün gelişmesi mümkün değildir. Bu, Hannah Arendt’in “totaliter sistemin hayatı üretken bir süreç olmaktan çıkarıp salt işlevsel bir düzleme indirgeme” eleştirisiyle birebir örtüşür.  Orklar, bu sistemin başlıca süjelerini oluşturur. Orklar, klasik anlamda halk ya da yurttaş değil düpedüz itaatkâr asker-kölelerdir. Bir zamanlar Elf olan Orklar, önce Melkor ardından Sauron’un uyguladığı işkencelerle dönüşmüş ve köle haline gelmişlerdir. Her biri üretime (savaş, silah yapımı, istihkâm) veya yıkıma (yağma, işgal, infaz) konuşlanmıştır. Barad-Dur’un zirvesinde Sauron’un gözü olarak atfedilen bir göz bulunur. Göz Orta Dünya’daki her şeyi görür. Hiçbir birey saklanamaz, düşünemez, sorgulayamaz. Yüzük aracılığıyla bu kontrol metafizik bir düzeye taşınır, “iradeye doğrudan temas eden, onu yozlaştıran bir güç“. Tek Yüzük’ün işlevi sadece görünmezlik ya da sihirsel kuvvet değildir. Yüzüğün esas gücü, kişinin özbenliğini silmesi ve onu Sauron’un mutlak iradesine boyun eğmeye zorlamasıdır. Bu yapı, klasik anlamda mutlak monarşi ya da teokratik despotizm gibi geleneksel iktidar biçimlerinin ötesinde bireyi yok eden, toplumu örgütlemek yerine bir makine gibi işleyen ve kendi dışında hiçbir meşruiyete alan tanımayan bir totaliter yönetim tahayyülü sunar.

Isengard

Isengard ise bu totalitarizme alternatif bir modernist-teknokratik despotizmi temsil eder. Saruman başlangıçta Bilgeler Konseyi’nin bir üyesi ve doğayla uyumlu kadim bilgilerin muhafızı olarak yüce bir konumda yer almaktaydı. Saruman’ın benliği zamanla Tek Yüzük’ün gücüne duyduğu hayranlık ve iktidar hırsıyla değişir. Saruman artık doğayı sömürülecek bir kaynak, canlıları ise örgütlenecek üretim birimleri olarak görür. Isengard’daki bu temel olarak tipik bir devrimci endüstrileşme planıdır. Orkların işçileştirilmesi, ağaçların yakıt haline getirilmesi, yerin altına kazılan tüneller ve metal atölyeleriyle örülü bu yeni düzen temel olarak bir endüstrileşme hamlesi örneğidir. Bu yönüyle Isengard’ın dönüşümünü, Çin’in “Great Leap Forward” (Büyük İleri Atılımı) ya da Stalin’in zorunlu kolektivizasyon süreçlerine benzetebiliriz. Isengard’ın çehresi de bu dönüşümle birlikte tamamen değişir. Bir zamanlar ağaçlarla çevrili ve dinginliğin sembolü olan Orthanc, artık kara dumanlarla örtülü bir sanayi cehennemine dönüşür. Uruk-hai türü, laboratuvarlarda yaratılmış birer biyolojik üretim sonucu olarak doğar. Bu yaratıklar, işlev olarak mutlak itaat ve askeri hizmete odaklanmıştır. Endüstri ve militarizasyon bir araya gelir, her üretim hattı savaşa hizmet eder. Bu durum, tarihteki diğer otoriter devletlerinde de gözlemlenen ekonomik büyümeyi her şeyin önüne koyan, doğayı tahrip etmeyi kalkınmanın kaçınılmaz bedeli sayan, insanı ve emeği araçsallaştıran bir yönetim tipinin örneğidir. Isengard’da Nazi Almanya’sı benzeri bir savaş makinesi inşaası, Stalin altındaki Sovyetler Birliği gibi bir endüstrileşme hareketi gözlemlenir. Sonuç olarak, Saruman’ın dönüşümü mutlak gücün yozlaştırdığı bir sapma, doğaya karşı bir savaş ve insanlık dışı hızlı modernlik anlayışını örneklendirir. Isengard, sanayi, militarizm ve endüstrileşme üçgeninde biçimlenen, doğayla ve insanla bağını koparmış bir endüstriyel distopyadır.

Orta Dünya’nın Toplum Sözleşmesi, İnsan Doğası, Tabii Hal ve Savaşın Etkisi

Thomas Hobbes

Orta Dünya, başlangıçta Hobbes’un Leviathan’ında tanımladığı şekilde “herkesin herkese karşı olduğu” bir tabii hal durumunu yansıtır. Özellikle Orta Dünya’nın İkinci ve Üçüncü Çağları; merkezi bir otoritenin eksikliğinde ırklar ve topluluklar arasında artan şiddet, güvensizlik ve anarşiyle şekillenmiştir. Hobbes’un görüşüne göre bu durumdan çıkış, bireylerin mutlak egemenin otoritesini tanımaları ve ona tabi olmaları ile mümkündür. Fakat Tolkien’in çizdiği yol, bu çözüm önerisini tam olarak benimsemez. Orta Dünya’daki topluluklar, Leviathan türü mutlak bir otoriteye değil; gönüllü iş birliğine ve ortak tehdit algısına dayalı, sınırlı ve amaca yönelik toplum sözleşmelerine yönelirler. Burada Yüzük Kardeşliği, Locke ve Rousseau’nun çizdiği toplum sözleşmesi kavramlarına çok daha yakındır. Farklı ırklardan (insan, elf, cüce ve hobbit) gelen bireylerin bireysel özgürlüklerinden ve hatta canlarından feragat ederek oluşturduğu bu birlik, güvenlik ve ortak iyilik amacıyla kurulmuş geçici ama güçlü bir sözleşmenin ürünüdür. Locke’un sözleşme anlayışında olduğu gibi burada da mülkiyetin, güvenliğin ve özgürlüklerin korunması esastır. Ancak Rousseau’nun “genel irade” kavramı da bu oluşumda güçlü bir biçimde hissedilir. Yüzük Kardeşliğinde her birey kendi çıkarını değil, bütünün hayrını önceler. Frodo’nun taşıdığı yük, bireysel bir görevden çok kolektif bir kaderin yüküdür. Boromir kendi çıkarını gözetip Yüzüğü ele geçirmeye çalıştıktan hemen sonra ölür çünkü sözleşmeden caymış sayılır. Karakterlerin ve ırkların yapısı da, farklı insan doğası anlayışlarını temsil eder. Elfler, doğayla iç içe, ve ölümsüz varlıklar olarak Locke’un toplum öncesi doğa hâlindeki uyumcu ve akılcı birey modeline tekabül eder. Elflerin doğuştan gelen bilgeliği, doğa yasasına uygun yaşama kapasiteleri ve içsel düzen duyguları, sosyal sözleşmeye gerek kalmadan da barışçıl bir yaşam sürebilecek bireyleri temsil eder. İnsanlar ve cüceler ise hırs, güç arzusu ve zayıflıkla malul varlıklar olarak Hobbes’un korku temelli doğa hali betimlemesiyle örtüşür. İktidar için mücadele eden insan kralları, cüce liderlerin altın ve madenlere olan düşkünlüğü, Hobbes’un “insan insanın kurdudur” önermesini destekler. Hobbitler ise Rousseau’nun “doğal insan” kavramına en çok yaklaşan topluluktur. Hobbitler; sade, barışçıl, kendi halinde yaşayan, mülkiyet hırsı taşımayan, ancak tehdit karşısında kolektif değerleri savunabilen bir yaşam felsefesiyle var olurlar. Bu noktada, toplum sözleşmesinin Orta Dünya’daki en somut karşılığı olan Yüzük Kardeşliği, hem ahlaki hem de siyasal düzeyde, farklılıkların eşitlik temelinde nasıl bir araya gelebileceğinin örneğidir. Bu birlik, Rousseau’nun “herkes her şeyini verir, ama kendisine her şey geri döner” anlayışıyla örtüşür. Her birey ortak amacı öncelediğinde kişisel özgürlükler ortadan kalkmaz, bilakis yüksek bir anlamla yeniden tanımlanır.

Elrond’un Divanı

Orta Dünya’nın farklı bölgeleri çeşitli yasama, yürütme ve yargı yapılarına sahiptir. Örneğin, Gondor’da Steward yürütme gücünü temsil ederken yasama gücü daha az belirgindir ve büyük ölçüde Gondor’un eski yasalarına ve geleneklerine dayanır. Yargı işlevi, çoğunlukla yerel lordlar ve Steward tarafından üstlenilir. Rohan’da ise, kral hem yürütme hem de yasama yetkilerine sahiptir ve yargı kararları yerel düzeyde Eorlingas’ın töresi çerçevesinde verilir. Orta Dünya’da objektif hukukun belirlenmesi genellikle gelenekler, içtihad ve kraliyet iradesi yoluyla gerçekleşir. Örneğin, Shire’da gelenekler hobbitlerin basit yaşam tarzını yönlendirir. Gondor ve Rohan’da ise hukuk tarihi yasalardan ve kraliyet buyruklarından türetilir. Hukukun uygulanması genellikle yürütme organı tarafından bazen de yerel meclisler veya divanlar aracılığıyla yapılır. Orta Dünya’daki karar alma mekanizmaları ve hukuki düzenin korunması, modern hukuk sistemlerinden belirgin şekilde farklı olmakla birlikte, karar alma, hukukun uygulanması ve sosyal düzenin korunması gibi temel prensipleri paylaşır. Rivendell’de düzenlenen Elrond’un Divanı, Orta Dünya’nın dört bir yanından gelen temsilcilerin tek yüzüğün geleceğine karar verdikleri bir yasama organı işlevi gören bir konseydir. Gondor’da, kralın yokluğunda krallığın idaresinden sorumlu olan Steward yürütme gücüne vekalet eder ve hem yasama hem de yargı işlevlerini eski yasalara ve geleneklere dayanarak yerine getirir. Shire’da ise Seçmen Meclisi, geleneklere ve yerel yönetimlere dayanan bir hukuk sistemini temsil eder ve Hobbitler arasında sosyal düzenin korunmasına yardımcı olur. Tolkien’in evreni bizleri toplumsal düzenin karmaşıklıkları ve adaletsizlikleri üzerine düşünmeye zorlar. Bu evrende karşılaşılan sorunlar, insan topluluklarının karşı karşıya olduğu evrensel meselelerdir. Bu sorunlar, ideal bir toplum sözleşmesi tasavvuru için önemli perspektifler sağlar.

Aragorn, Gondor Kralı

Yüzük Savaşı, Orta Dünya toplumlarının hem fiziksel olarak hem de etik ve siyasal olarak da yeniden inşa edilmesini gerektiren bir kırılma noktasıdır. Bu büyük savaşın ardından topluluklar yalnızca yıkımdan değil, eski sistemlerin işlevsizliğinden de arınmak zorunda kalırlar. Post bellum dönemde, barış ve düzenin yeniden tesisi, yeni bir tür toplum sözleşmesinin inşasını zorunlu kılar. Örneğin, Aragorn’un tahta geçişiyle birlikte Gondor’un yeniden inşası Weberyen anlamda geleneksel meşruiyetin, karizmatik liderlik ve hukuki-rasyonel otoriteyle harmanlandığı bir yeniden yapılanmadır. Aragorn’un kendisini tepeden inme bir kral olarak dayatmaması, aksine, halkın ve müttefiklerinin rızasına dayanarak bu rolü üstlenmesi egemenliğin yeniden tanımını ve meşruiyetin gönüllü kabulünü ifade eder. Savaş sonrası yeniden inşa süreci, Rawls’un adil toplum fikrine de yakın bir çizgidedir. Savaş sonrası Orta Dünya’nın yapısı, tarafların özgür ve eşit olarak temel ilkeleri müzakere ettiği bir kurucu düzlemdedir. Bununla birlikte savaşın en kalıcı etkisi, Orta Dünya toplumlarının güvenlik için değil, birlikte var olabilmek için bir araya gelmeleri gerektiği fikrinin yerleşmesidir. Bu, Hobbes’un güvenlik temelli sözleşmesinden farklı olarak çok daha ahlaki ve iş birlikçi bir zemine oturur. Toplum sözleşmesi artık yalnızca savaşı engellemek için değil; adaleti, özgürlüğü ve ortak yaşamı kurmak için de gerekli görülür. Bu alegori temel olarak devrimlerden sonra gelen Toplum Sözleşmelerini anımsatır. Amerika’da, Fransa’da olduğu gibi başlangıçta belirli bir amacı yerine getirmek üzere kurulan sözleşme, amaç gerçekleştirildikten sonra Orta Dünya’da da kalıcı hale gelir.

Serideki Düzenin Sorunları, İyi Yönetimin Örnekleri ve İdeal Bir Toplum Sözleşmesinin Unsurları

Tolkien’in kurgusal evreni her ne kadar fantastik bir çerçevede sunulsa da içkin biçimde toplumsal ve siyasal eleştiriler de barındırır. Özellikle Yüzüklerin Efendisi üçlemesinde işlenen sosyal düzen sorunları arasında ırkçılık, elitizm, sosyal kapanma, güç tekelleşmesi ve ahlaki yozlaşma gibi sorunlar başı çeker. Bu sorunlar hem karakterler arası ilişkilerde hem de toplumlar arası ittifaklarda kendini gösterir. Özellikle Elfler ve Cüceler arasında tarihsel geçmişe dayanan güvensizlik ve karşılıklı önyargı, Orta Dünya’da ırklararası iş birliğini zorlaştırır. Bu durum günümüz toplumlarında da varolan etnik ya da kültürel temelli önyargıların sosyal bütünleşme üzerindeki etkisine paraleldir. Elflerin kendilerini diğer ırklardan nispeten üstün görmeleri, soy temelli bir hiyerarşinin varlığını ima eder. Elflerin bu durumu, sosyolojik açıdan kültürel üstünlük ya da asimilasyoncu hegemonya kavramlarıyla açıklanabilir. İnsan ırkı içinde ise Numenor mirasının oluşturduğu soy esaslı elitizm dikkat çeker. Aragorn gibi kraliyet soyundan gelenlerin “asil kan” üzerinden siyasal meşruiyet kazanmaları, meritokrasi değil, doğuştan gelen haklara dayalı bir düzenin tezahürüdür. Bu durum, günümüz dünyasında aristokratik geleneklerin hâlâ izlenebildiği monarşik rejimlerle benzeşir. Aynı zamanda toplumsal hareketlilik ve eşit yurttaşlık ilkeleriyle çelişen bir yapı sunar.

Hannah Arendt

Gücün merkezileşmesi ve iktidarın yozlaştırıcı doğası da Sauron ve Saruman örnekleri üzerinden çarpıcı biçimde ele alınır. Saruman, başta Bilgelik Konseyi’nin bir üyesi iken, iktidar arzusuyla teknolojik-güç temelli bir tiranlığa evrilir. Bu dönüşüm, Hannah Arendt’in totalitarizmin doğasına ilişkin analizleriyle örtüşür: bireyin özgür iradesi, mutlak bir ideoloji ve araçsal akıl tarafından silinir. Sauron’un yönetimi ise, bireyi mutlak anlamda yok sayan, tam gözetim ve mutlak itaate dayalı totaliter bir despotizmdir. Tüm bu karanlık tablonun karşısında, Tolkien’in sunduğu olumlu örnekler yalnızca alternatif yönetim biçimlerini değil, aynı zamanda hizmetkâr liderlik, adalet temelli yönetişim ve katılımcı iş birliği ilkelerini temsil eder. Aragorn’un tahta geçişi, salt hanedan meşruiyetine değil, uzun süreli fedakârlık, tevazu ve halk iradesine dayanır. Onun liderliği, Robert Greenleaf’in tanımladığı servant leadership paradigmasıyla örtüşür: lider, iktidar talep etmez; topluluğun ihtiyaçları için kendini adar. Yine benzer biçimde Théoden’in büyü altından kurtulup halkının önüne geçerek Miğferdibi’nde savunmaya liderlik etmesi, meşru gücün halkla yeniden bağ kurduğu bir dönüm noktasıdır.

Ana Bulgular: Modern Dünyaya Sağladığı İçgörüler ve Dersler

Tolkien’in kurgusal evreni fantastik bir anlatı kullanarak toplumsal düzenin nasıl kurulabileceğine, sürdürülebileceğine ve yozlaşabileceğine dair bir politik düşünce alanı sunar. Bu bağlamda, ideal bir toplum sözleşmesinin inşasında gerekli olan bazı temel ilkeler Orta Dünya’daki dönüşümler aracılığıyla sahnelenir ve teorik olarak anlaşılabilir kılınır. Düşünürler Hobbes, Locke ve Rousseau’nun ortaya koyduğu “doğal hal” ile “toplum sözleşmesi” arasındaki ilişki Tolkien’in anlatılarında aleorik kendisini gösterir.

Toplum sözleşmesinin ilk ve en temel unsuru olan adalet, Tolkien’in evreninde gücün keyfi değil ahlaki sorumluluk ve hakkaniyet temelinde uygulanması gerekliliğiyle ortaya konur. Sauron’un despotik yönetiminde adaletin yerini mutlak güç ve korku alırken, Gondor ya da Rohan gibi topluluklarda adalet hem gelenekle hem de etik liderlikle ilişkilidir. Bu, John Rawls’un “hakkaniyet olarak adalet” ilkesini hatırlatır. Bireylerin yalnızca haklara değil, eşit bir biçimde bu haklara ulaşma imkânına da sahip olması gerektiği fikri Tolkien’in anlatılarında özellikle Aragorn’un kral olarak dönüşüyle somutlaşır.

Eşitlik, Orta Dünya’da etik bir mesele olarak ele alınır. Elfler, cüceler, insanlar, hobbitler ve büyülü varlıklar arasındaki tarihsel önyargılar ancak ortak bir tehdit karşısında aşılabilir hale gelir. Bu, Rousseau’nun “doğal eşitlik” fikrini çağrıştırır. Bireyler arasındaki farklılıklar doğadan değil, toplumsal yapıların yarattığı yapay üstünlük ilişkilerinden kaynaklanır. Yüzük Kardeşliği tam da bu bağlamda farklı kimliklerin bir araya gelerek eşit düzlemde ortak bir amaç uğruna iş birliği yapabildiği bir model sunar.

Çeşitlilik ve kapsayıcılık, toplum sözleşmesinin yalnızca haklar üzerinden değil, kimlikler ve aidiyetler üzerinden de kurulabileceğini gösterir. Charles Taylor’ın çokkültürlülük kuramında olduğu gibi Tolkien’in eserlerinde farklı ırkların bir arada var olma mücadelesi yalnızca hoşgörüyle değil, karşılıklı tanımayla mümkündür. Kardeşlik ve iş birliği, türsel üstünlük iddialarının aşıldığı ve her bir varlığın ontolojik olarak eşit kabul edildiği bir düzleme ulaşır.

Katılımcılık, demokratik karar alma süreçlerinin önkoşuludur ve Tolkien’in dünyasında bu prensip doğrudan ya da dolaylı biçimde vurgulanır. Rohan’daki halk meclisi, Gondor’daki yönetim konseyleri veya elfler arasında danışma kültürü, ve en önemlisi Elrond’un Divanı; Habermas’ın kamusal alan teorisine yaklaşan yapılar olarak düşünülebilir. Katılımcılık, sadece yönetime dair bir unsur değil, aynı zamanda ahlaki bir birlikteliğin temelidir. Bireylerin kendilerini karar alma süreçlerinin öznesi olarak görmeleri, toplumun sürdürülebilirliği açısından hayati önemdedir.

Doğayla uyum ise Tolkien’in evreninin en belirleyici tematik unsurlarındandır. Endüstrileşmeye ve araçsal aklın sınır tanımayan yayılmasına karşı doğanın savunulması, Orta Dünya’da Entler’in ayaklanmasında, Shire’ın istilasına karşı gösterilen tepkiyle ya da elflerin doğal çevreyle kurduğu uyum içinde yansıtılır. Bu bağlamda Tolkien’in anlatısı, Heidegger’in “tekniğin tahakkümü” eleştirisine ve Frankfurt Okulu’nun doğa üzerinde tahakküm kurma arzusunun insan ilişkilerini de tahrip ettiğine dair uyarılarına güçlü bir örnek teşkil eder.

Toplumun temel yapılarından biri olarak görülen karşılıklı güven ve dayanışma, Tolkien’in külliyatında yalnızca savaş anlarında değil, barış zamanlarında da ortaya konur. Bu bağlamda Ferdinand Tönnies’in Gemeinschaft (cemaat) kavramı hatırlanabilir. Yüzük Kardeşliği, modern bireyselcilikten çok, ahlaki bağlarla örülmüş bir cemaat anlayışını temsil eder. Kardeşlik, sadakat ve kolektif sorumluluk; bireylerin kendi aralarındaki güvene dayanan ilişkileri kadar, kurdukları siyasal birlikteliğin de temelini oluşturur.

Bu teorik çerçevede değerlendirildiğinde, Tolkien’in eserleri kurgusal evrenler aracılığıyla modern dünyanın temel problemlerine ilişkin öngörüler sunar. Özellikle Yüzüklerin Efendisi, Hobbit ve Silmarillion gibi metinlerde görebildiğimiz yapılar; siyasal çöküş, iktidar boşluğu, totaliter tehditler ve hukuki meşruiyet gibi politik konuları da derinlemesine işler. İktidarın halkın iradesizliğiyle de şekillendiği bu evrende, bireysel etik, kolektif hafıza ve siyasal meşruiyet arasındaki bağlar gözler önüne serilir. Tolkien’in politik evreni bu anlamda günümüz dünyasında sıklıkla tartışılan popülizm, çevresel krizler, elitizm, savaş sonrası yeniden inşa süreçleri ve çokkültürlü toplum yapıları gibi meselelere dair perspektifler sunabilir. Özellikle doğayla uyum, çeşitliliğe saygı ve ahlaki liderlik gibi ilkeler post-modern dünyanın kırılgan toplumsal yapıları için bir model sağlar. Dolayısıyla Tolkien’in Orta Dünya’sı sadece geçmişe ya da hayal gücüne ait bir anlatı değil; aynı zamanda bir tür politik düşünme pratiğidir. Bu anlatı, bireylerin ve toplumların “neye karşı durdukları” kadar, “neyi inşa etmek istedikleri” sorusuna da felsefi bir cevap arar. Bu yönüyle Tolkien külliyatı, modern siyaset felsefesine hem eleştirel hem de kurucu katkılar sunar.

Ali Kerem Gülaçtı

Kaynakça

Arendt, H. (1951). The origins of totalitarianism. Harcourt, Brace and Company.

Acton, J. E. E. D. (1887). Letter to Bishop Mandell Creighton. In Essays on Freedom and Power (pp. 364–365). Beacon Press (1952 ed.).

Fisher, J. (2011). Hobbits, Elves and Wizards: Exploring the Wonders and Wisdom of Middle-earth. O Books.

Greenleaf, R. K. (1977). Servant leadership: A journey into the nature of legitimate power and greatness. Paulist Press.

Hobbes, T. (1651). Leviathan: Or the Matter, Forme and Power of a Common-Wealth Ecclesiasticall and Civil. Andrew Crooke.

Locke, J. (1689). Two Treatises of Government. (P. Laslett, Ed., 1988 ed.). Cambridge University Press.

Marx, K. (1867). Das Kapital: Kritik der politischen Ökonomie [Vol. 1]. Verlag von Otto Meissner.

Plato. (ca. 380 BCE). Republic (B. Jowett, Trans.). In The Dialogues of Plato (3rd ed., 1892). Oxford University Press.

Rawls, J. (1971). A theory of justice. Harvard University Press.

Rousseau, J.-J. (1762). The Social Contract. (M. Cranston, Trans., 1968 ed.). Penguin Books.

Tolkien, J. R. R. (1954–1955). The Lord of the Rings. Allen & Unwin.

Tolkien, J. R. R. (1977). The Silmarillion (C. Tolkien, Ed.). Allen & Unwin.

Tolkien, J. R. R. (1980). Unfinished Tales (C. Tolkien, Ed.). George Allen & Unwin.

Tolkien, J. R. R. (2002). The History of Middle-earth (Vols. 1–12, C. Tolkien, Ed.). HarperCollins.

Weber, M. (1978). Economy and Society: An Outline of Interpretive Sociology (G. Roth & C. Wittich, Eds.). University of California Press.

Wood, R. (2003). The Broken Towers of Tolkien: Allegory and the History of Middle-earth. Kent State University Press.

Zimbardo, R. A., & Isaacs, N. D. (Eds.). (2004). Understanding The Lord of the Rings: The Best of Tolkien Criticism. Houghton Mifflin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir