İçeriğe geç

Paralel Evrenler ve Zaman Yolculuğu Teorilerine Fringe Üzerinden Bir İnceleme

Fringe dizisi izleyicilere alışılmadık “sınır bilim” (fringe science) fenomenleri sunar. Dizide paralel evrenler arası yolculuk, zaman yolculuğu gibi pek çok bilim kurgusal olay görüyoruz. Peki bu olaylar gerçek fizik ve bilimsel kuramlar ışığında nasıl açıklanabilir? Bu yazıda Fringe’deki öne çıkan bilim kurgu temalarını ele alarak, her birini günümüz bilimsel bilgileriyle karşılaştıracak ve mümkün olan en bilimsel şekilde açıklamaya çalışacağız.

Paralel Evrenler: Fringe ve Bilimsel Gerçeklik

Dizinin en önemli temalarından biri, paralel evrenler veya alternatif gerçekliklerdir. Walter Bishop, kendi evrenindeki oğlunu kaybettikten sonra paralel bir evrene geçerek oradaki oğlunu kurtarmış ve onu bizim evrenimize getirmiştir. Bu olay iki evren arasındaki dengeyi bozmuş, evrenler arası yırtılmalar ve anormallikler ortaya çıkmıştır. İlerleyen sezonlarda “Over There” olarak adlandırılan alternatif evrenle bizim evrenimiz arasında geçişler, karşılıklı etkileşimler ve hatta bir çatışma gördük. İki evrenin benzer ancak küçük farklılıklara sahip olması (Örneğin, Dünya tarihindeki ufak sapmalar, teknolojik ve coğrafi farklılıklar, aynı kişilerin iki evrende farklı kaderleri olması gibi) dizide detaylı şekilde işlenmiştir.

Paralel Evren’deki Bozukluklar Nedeniyle Özgürlük Heykeli Oksitlenmemiştir.

Paralel evrenler kavramı bilim dünyasında da tartışılan bir konudur. Özellikle kuantum fiziğinde Hugh Everett‘in 1957’de ortaya attığı Çoklu Dünyalar Yorumu (Many-Worlds Interpretation), her kuantum ölçümünde evrenin farklı olası sonuçlara göre dallanarak birçok paralel evren oluşturduğunu öne sürer. Bu yoruma göre, bizim evrenimiz sayısız olası evrenden sadece biri ve diğerleri farklı tarih akışlarını, farklı sonuçları barındırır. Örneğin Everett yorumuna inanırsak, bugün aldığınız bir kararın tersi başka bir evrende gerçekleşmiş olabilir. Bu kuramsal olarak “paralel evrenler” fikrine bilimsel bir zemin sunar. Nitekim, bazı fizikçiler (örneğin David Deutsch) kuantum mekaniğinde gözlemlenen girişim desenlerini ancak paralel evrenlerin varlığıyla açıklayabileceğimizi, tıpkı dinozorları doğrudan görmesek de fosillerinden var olduklarını çıkarsamamız gibi, paralel evrenlerin de dolaylı olarak kendini belli ettiğini savunurlar. Ancak vurgulamak gerekir ki, çoklu dünyalar kuramı her ne kadar matematiksel olarak tutarlı olsa da, bu evrenlere doğrudan ulaşmak veya onları Fringe‘deki gibi somut bir şekilde “görmek” ya da “geçiş yapmak” şu anki fizik yasalarımıza göre mümkün görünmemektedir.

Çoklu Dünyalar Yorumu

Fringe evreninde Walter ve diğer karakterler özel cihazlar veya zihinsel yeteneklerle evrenler arası kapılar açabilmektedir. Gerçek fizikte ise farklı paralel evrenler kavramı varsa bile, bunlar muhtemelen bizimkinden tamamen yalıtılmış durumdadır. Kuantum Çoklu Dünyalar yorumuna göre diğer dallanmış evrenlerle etkileşim imkânsızdır; her bir dal kendi içinde tutarlıdır ve birbirinden “habersiz” ilerler. Dolayısıyla Fringe’de gördüğümüz şekilde bir evrenden diğerine geçip oradaki benliğimizle yüzleşmek, teorik olarak bu yorum altında mümkün değildir.

Bununla birlikte, fizikçilerin üzerinde spekülasyon yaptığı başka çoklu evren modelleri de vardır. Örneğin kozmolojide bazı teoriler, Büyük Patlama’nın tekil bir olay olmayıp, bir çoklu evrenler (multiverse) denizinde bir baloncuk (bubble universe) olduğunu öne sürer. Sicim teorisi ve brane kozmolojisi kapsamında ise, evrenimizin yüksek boyutlu bir uzayda dalgalanan bir “brane” (zarf) üzerinde yer aldığı ve diğer paralel brane’lerin de bulunabileceği fikirleri ortaya atılmıştır. Bu yaklaşıma göre, belki de diğer evrenler uzayımızın dışında farklı bir boyutta yakın komşularımızdır. Eğer öyleyse, teorik olarak iki brane arasındaki mesafe çok küçük olabilir ve özel bir solucandeliği (wormhole) veya yüksek enerji işlemi ile birinden diğerine geçiş hayal edilebilir. Ancak bu fikirler şu an spekülasyon düzeyindedir ve deneysel bir destekleri yoktur.

Zaman Yolculuğu: Kuramsal İmkânlar ve Fringe’in Yaklaşımı

Dizide zaman yolculuğu teması özellikle 2. sezondaki “White Tulip” bölümü ve final sezonu gibi bölümlerde karşımıza çıkar. White Tulip bölümünde bir bilim insanı (Dr. Alistair Peck), sevdiği kişiyi ölümden kurtarmak için birkaç ay öncesine gitmeye çalışır. Bunu yapmak için kendi vücudunu bir çeşit zaman makinesine dönüştürdüğü gösterilir. Üzerine yerleştirdiği cihazlar ve denklemlerle çevresindeki enerjiyi (hatta insanlar dahil) emerek, uzay-zamanı bükebilecek muazzam bir güç elde etmeye çalışır. Her denemesinde, etrafındaki elektronik cihazlar boşalır, hatta yakındaki insanların mitokondrilerindeki enerjileri soğuracak kadar büyük bir enerji transferi gerçekleşir. Bu denemeler sırasında zaman kısa aralıklarla geriye sarılır; Fringe ekibi aynı olayı bir tür déjà vu duygusuyla tekrar yaşar. Sonunda Walter Bishop, bu bilim insanına gereken enerjinin hesapladığından çok daha fazla olduğunu, eğer planını tamamlarsa yüzlerce masum insanın ölümüne sebep olacağını anlatır. Ayrıca dizinin genelinde geleceğe gidip gelen Observer (Gözlemci) adlı varlıklar da vardır ki bunların 27. yüzyıldan gelen gelişmiş insanlar olduğu ve zamanda yolculuk teknolojisini kullandıkları ortaya çıkar. Son sezonda ise Observer’ların 2167 yılında insan beynindeki duyguları baskılayan bir biyolojik değişimle ortaya çıktığı ve sonrasında geçmişe (bizim zamanımıza) geldikleri anlatılır. Yani Fringe evreninde zaman yolculuğu hem bireysel bir makineyle yapılabilen (kısa süreli geçmişe gitme), hem de geleceğin teknolojisiyle mümkün kılınan bir fenomendir.

Alistair Peck

Gerçek dünyada zaman yolculuğu dendiğinde, fizikçiler genellikle iki yönü ayırır: geleceğe yolculuk ve geçmişe yolculuk. İlginç bir şekilde, geleceğe zaman yolculuğu yapmak fizik kurallarına göre gerçekten mümkündür ve bu bizzat deneylerle de doğrulanmıştır (elbette henüz bilim kurgu filmlerindeki ölçekte değil). Albert Einstein‘ın Özel Görelilik Teorisi, hareketin zamanı nasıl etkilediğini ortaya koyar. Bir nesne ışık hızına ne kadar yaklaşırsa, hareketsiz bir gözlemciye göre zamanı o kadar yavaş akar. . Bu olguya zaman genleşmesi (time dilation) denir. Örneğin, astronotlar Uzay İstasyonu’nda Dünya’ya göre çok az da olsa daha yavaş yaşlanırlar, çünkü saatte 28.000 km gibi yüksek bir hızla Dünya çevresinde dönmektedirler. Eğer bir insan ışık hızına çok yakın (örneğin ışık hızının %99.9’u) bir hızla uzayda seyahat etse ve sonra Dünya’ya dönse, dünyada yıllar geçmişken o kişi için yalnızca aylar veya günler geçmiş olabilir (Interstellar filminde de benzer bir olguyu gözlemleyebiliriz.). Bu tam anlamıyla bir geleceğe yolculuk sayılır. Bu etkiyi hesaplamak için Lorentz faktörü denilen bir terim kullanılır:

Lorentz Faktörü

Burada $v$ yolcunun hızı, $c$ ışık hızı (~300.000 km/s) olduğunda; yolcunun yaşadığı süre $\Delta \tau$, dünyadaki gözlemciye göre $\Delta t$ ise, $\Delta t = \gamma , \Delta \tau$ olur. $v$ ışık hızına yaklaştıkça $\gamma$ büyür ve yolcu için zaman iyice yavaşlar. Dolayısıyla görelilik teorisi ile geleceğe gitmek, sadece yüksek hızlara (veya benzer şekilde güçlü yerçekimine) maruz kalmayı gerektiren bir mühendislik sorunudur diyebiliriz.

Asıl zorlu ve tartışmalı olan, geçmişe yolculuk yapmaktır. Einstein’ın Genel Görelilik Teorisi, uzay-zamanın kütle ve enerji tarafından bükülebileceğini söyler. Teorik olarak uzay-zamanı yeterince çarpıtabilirsek, kapalı zaman benzeri eğriler oluşturmak, yani zamanda bir döngü yaratmak mümkün olabilir. 1930’larda Kurt Gödel, Einstein denklemlerinin dönen bir evren çözümü içinde zaman yolculuğuna izin verebileceğini göstermişti. Daha pratik bir öneri, iki ucu arasında kestirme bir geçit sunan solucandeliği kavramıdır. Ünlü fizikçi Kip Thorne, 1980’lerde teorik olarak bir solucandeliğinin uçlarından birini ışık hızına yakın hızlara çıkarıp tekrar yavaşlatırsak, zaman akışının bir ucunda diğerine göre farklı olacağını ve bir tür zaman makinesi gibi kullanılabileceğini öne sürdü. Böylece bir uç geçmiş, diğer uç gelecek görevi görebilir. Ancak bu senaryonun gerçekleşebilmesi için solucandeliğinin negatif enerji veya egzotik madde denilen, doğada gözlemlenmemiş bir maddeyle kararlı tutulması gerekir. Solucandeliği olmadan da, hipotetik olarak inanılmaz yoğun ve uzun silindirik bir kütleyi ışık hızına yakın döndürerek zaman makineleri (Tipler Silindiri denilen) tasavvur eden teoriler vardır, fakat bunlar pratik olmaktan çok uzaktır.

Uzayzaman Eğrisinin Bükülmesi ve Solucan Deliği

En meşhur problem ise zaman yolculuğu paradokslarıdır. Örneğin, geçmişe gidip kendi dedenizi gençken öldürürseniz, sizin varlığınız ortadan kalkar mı (büyükbaba paradoksu)? Ya da Fringe örneğindeki gibi geçmişe gidip sevdiğiniz kişinin ölümünü engellerseniz, gelecekte o yolculuğu yapmanıza gerek kalmayacağı için bir mantık döngüsü oluşur mu? Fizikçiler bu tür paradoksları çözmek için birkaç öneri ortaya atmıştır. Birisi Novikov’un tutarlılık ilkesidir. Bu ilkeye göre, geçmişe yolculuk mümkünse bile evren paradoks yaratacak eylemlere izin vermez. Ne yaparsanız yapın tarihin akışı sonunda tutarlı olur ve geçmişte zaten olmuş olayları değiştiremezsiniz. Yani, zamanda geriye gidip bir şeyi değiştirmeye çalışsanız bile, ya başaramazsınız ya da aslında o değişiklik zaten tarihin bir parçasıdır. Bu ilke adeta “kader” kavramını fiziksel olarak uygulamaya koyar. Bir diğer öneri ise çoklu evrenler ile çözümdür. Zaman makinesi geçmişe gittiğinde aslında kendi evreninizin geçmişine gitmez, yeni bir paralel zaman çizgisi oluşturur. Böylece orada istediğiniz değişikliği yapabilirsiniz, ancak bu değişiklik sizin orijinal geldiğiniz evreni etkilemez (çünkü ayrı bir dal haline gelmiştir). Bu yaklaşım, bilim kurguda da sıkça kullanılır. Değiştirilmiş geçmiş aslında alternatif bir gelecek, yani bir paralel evren doğurur.

Fringe dizisi, zaman yolculuğu konusunda her iki durumu da işlemiştir. White Tulip bölümünde Dr. Peck defalarca geçmişe gidip deneme yapar ve sonunda başarılı olup nişanlısını kurtardığında, o zaman çizgisinde Fringe ekibi onun denemelerinden habersiz kalır (çünkü Peck, onları hiç karşılamadan geçmişe gitmiştir). Bu, bir bakıma “zaman çizgisini resetleme” şeklinde gösterilmiş; yani olaylar onun için değişmiş, fakat diğerleri bunun hiç yaşanmadığını deneyimlemiştir. Bu durum, tutarlılık açısından bakarsak çoklu evren yaklaşımına benzer: Peck, son denemesinde kendisi için yeni bir çizgi yaratmış olur. Öte yandan, ileriki sezonlarda Observers (Gözlemciler) zamanı değiştirmeye kalktığında, bunun tek bir çizgideki sonuçlarını görüyoruz (Peter Bishop’ın varlığının silinmesi gibi büyük oynamalar dahil). Fringe bu noktada tam bir bilimsel tutarlılık aramaz; daha ziyade dramatik etkiyi gözetir. Ancak en azından “geçmişi değiştirmek büyük enerji gerektirir ve tehlikelidir” mesajıyla, bilimsel gerçekliğe göz kırpar. Gerçekte de, diyelim bir gün zamanda geriye yolculuk yapmayı başarsak bile, bunun muazzam teknolojik güç gerektireceği ve potansiyel olarak evrenin dokusunu riske atacağı düşünülmektedir. Kısacası Fringe’deki zaman yolculuğu, bilimsel teorilerin bazı kısımlarından ilham alır (örneğin yüksek enerji gereksinimi, paradoksların ciddiyeti) ama sonuçta kurgusal bir serbesti ile ele alınır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir