
Türkçe hakkında son zamanlarda yapılan en yaygın yorumlardan biri güncel Türkiye Türkçesinin “gerçek” Türkçe olmadığı yönündeki iddialardır. Bu tür söylemler çoğunlukla dildeki alıntı sözcüklerin varlığına dayandırılmakta ve Türkçenin tarihî gelişimi ile ilgili yanlış veya eksik bilgilere dayanmaktadır. Bu yazıda, bu iddiaların nedenlerine dilbilimsel ve tarihî veriler ışığında ayrıntılı olarak bakacağız.
Öncelikle, dilin ne olduğunu ve “gerçek dil” kavramının dilbilim açısından geçerliliğini sorgulamalıyız. Dilbilime göre dil; insanlar arasında iletişimi sağlayan, ses ve anlam sistemleriyle yapılandırılmış, sürekli gelişim ve değişim gösteren sosyal bir olgudur. Bu nedenle hiçbir dil, “gerçek” veya “sahte” şeklinde kategorize edilemez. Diller tarih boyunca sürekli evrimleşir, birbirlerinden sözcük ve yapısal özellikler ödünç alırlar. Bu ödünçleme süreci, kültürlerin etkileşiminin doğal bir sonucudur ve dilin canlılığını gösterir (Aitchison, 2001). Türkçenin tarihî gelişimine daha yakından baktığımızda, dilin kökenlerinin Orta Asya bozkırlarına uzandığını ve birçok farklı toplum ve kültürle temas ettiğini görmekteyiz. Göktürkler döneminde kullanılan ve ilk yazılı kaynaklarımızdan olan Göktürkçe (Orhun Türkçesi), sıklıkla “saf Türkçe” olarak kabul edilir ve bu nedenle “gerçek Türkçe” olarak idealize edilir. Ancak tarihî ve dilbilimsel veriler, bu görüşün yanlış olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Göktürkçe metinlerde dahi başka dillerden alınmış sözcüklerin bulunması, dilin eski dönemlerinde bile Türklerin farklı kültürlerle yakın temas içinde olduğunun kanıtıdır. Bu duruma en bilinen örneklerden biri, Orhun Yazıtları’nda geçen “ḳatun” sözcüğüdür. Bu sözcük, aslında Türkçe kökenli değildir; Soğd dilinden alınmıştır. Orijinal hâli “χwatēn” olan bu kelime, Soğdcada “kral” anlamına gelen “χwatāw” kelimesinin dişil formudur ve Türkçeye kraliçe, hatun anlamlarıyla geçmiştir (Clauson, 1972). Bu örnek bize şunu açıkça gösterir ki, Türkçe tarihinin en erken yazılı örneklerinde dahi dil, başka toplumlarla dilsel etkileşim hâlindedir.
Göktürklerden sonra gelen Uygur ve Karahanlı dönemlerinde de Türkçe, Sanskritçe, Çince, Soğdca ve Arapça gibi pek çok dil ile etkileşim içinde olmuş ve bu dillerden kelimeler ödünçlemiştir. İslamiyet’in kabulünden sonra Karahanlı Türkçesi döneminde Türkçe, Arapça ve Farsça gibi dillerle yoğun bir dilsel etkileşim içerisine girmiştir. Bu etkileşim, özellikle edebiyat ve bilim alanlarında çok net bir şekilde görülmektedir. Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig” ve Kaşgarlı Mahmud’un “Divânu Lügati’t-Türk” gibi eserlerinde dahi Arapça ve Farsça kökenli birçok sözcüğün varlığı tespit edilmektedir. Bu durum, dildeki değişimin yalnızca Osmanlı dönemine ait olmadığı, çok daha eski dönemlere dayandığının açık bir kanıtıdır. Osmanlı döneminde Türkçenin yapısal özellikleri, özellikle söz varlığı açısından Arapça ve Farsça etkisi altında önemli bir dönüşüme uğramıştır. Bu etkilenmenin temelinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun jeopolitik ve kültürel konumu, çok dilli bürokratik yapısı ve İslam medeniyetiyle olan güçlü bağı yatmaktadır. Devletin idarî, edebî ve dinî yaşamında Arapça ve Farsça uzun yüzyıllar boyunca meşruiyet kaynağı olmuş bu da yazı dili olan Osmanlı Türkçesinin yoğun şekilde Arapça ve Farsça kökenli sözcüklerle dolmasına neden olmuştur. Ancak bu durum, halk arasında konuşulan ve çoğunlukla sade kalan Türkçe ile saray ve yüksek zümre arasında kullanılan yazı dili arasında belirgin bir ayrım yaratmıştır (Lewis, 2002). Yazı dili olarak kabul edilen Osmanlıca, üç ana bileşenli bir yapıya sahipti: gramer ve temel sözdizimi bakımından Türkçe, kelime dağarcığı bakımından ise büyük ölçüde Arapça ve Farsça idi. Özellikle edebî metinlerde Farsça tamlamaların yoğun kullanımı, zamanla anlam derinliği kadar anlaşılırlığı da zorlaştıran bir dil ortaya çıkarmıştır. Bu yapı, edebiyat ve bürokrasi alanında işlevsel olabilirken halkın günlük yaşamındaki dilsel ihtiyaçlara cevap vermekte zorlanmaktaydı. Nitekim Tanzimat’tan itibaren dilde sadeleşme çabaları başlamış ve nihayetinde halkın anlayabileceği bir Türkçe ile gazete, kitap ve resmî evrak hazırlanmasına yönelik eğilim güçlenmiştir. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde, dilin yapısını sadeleştirme ve halkla devlet arasındaki dil uçurumunu ortadan kaldırma hedefiyle büyük bir dil reformu başlatılmıştır. Bu reformun temel adımları arasında 1928’de Arap harflerinden Latin alfabesine geçiş, Türk Dil Kurumu’nun kurulması (1932), yabancı sözcüklerin karşılıklarının türetilmesi ve eğitimde sade Türkçenin benimsenmesi gibi girişimler yer alır. Bu süreçte, dilin “arılaştırılması” değil, daha anlaşılır ve ortak bir ulusal kimliğin taşıyıcısı olacak şekilde yeniden yapılandırılması hedeflenmiştir (Heyd, 1954). Yani dildeki dönüşümün amacı, bir “gerçek Türkçe” icat etmek değil; Türkçeyi, halkın gündelik hayatında daha işlevsel kılmaktır.
Modern dilbilimsel çalışmalar, günümüz Türkiye Türkçesinde kullanılan sözcüklerin yaklaşık %23.7’sinin yabancı kökenli olduğunu ortaya koymaktadır (Durmuş, 2004). Bu oran, sıkça dile getirilen “Türkçenin yarısından fazlası Arapça veya Farsçadır” iddiasını çürütmektedir. Üstelik bu oran, yalnızca sözlüklerde kayıtlı tüm kelimeleri kapsayan genel bir hesaplamadır. Gündelik konuşma dilinde bu oran çok daha düşüktür. Örneğin temel sözcük dağarcığı (sayılar, beden bölümleri, zamirler, fiiller, doğa unsurları) gibi çekirdek kelimelerin büyük çoğunluğu Türkçe kökenlidir. Bu durum, Türkçenin temel yapısının yerli olduğunu ve alıntı sözcüklerin yalnızca üst düzey kavramları kapsadığını gösterir. Bu noktada başka dillerle karşılaştırma yapmak da faydalı olacaktır. İngilizce gibi küresel iletişimin başat dili sayılan bir dilde dahi, kullanılan kelimelerin yaklaşık %70–80’inin Latince, Fransızca, Yunanca ve İskandinav dillerinden alındığı bilinmektedir (Crystal, 2003). Buna rağmen kimse İngilizce’nin “gerçek bir dil” olmadığını iddia etmez. Çünkü dilbilimsel açıdan bir dilin “gerçek” kabul edilip edilmemesi, kelime kökenine değil, yapısal bütünlüğüne ve işlevselliğine dayanır. Türkçenin önemli bir özelliği de diğer dillerden aldığı kelimeleri kendi fonolojik ve morfolojik yapısına uydurabilme yeteneğidir. Arapça ve Farsça kökenli birçok kelime zamanla Türkçeleşerek özgün biçimlerinden uzaklaşmış, yeni eklerle çekimlenmiş ve halk arasında benimsenmiştir. Örneğin Arapça “mektub” kelimesi Türkçede “mektup” şeklini almış ve Türkçenin ek sistemine entegre edilmiştir (örn. mektuplar, mektubun, mektupsuz). Bu süreç, dilbilimsel olarak adaptasyon ve asimilasyon kavramlarıyla açıklanır ve bir dilin esnekliğini, canlılığını ve sistematik gücünü gösterir (Göksel & Kerslake, 2005). Ayrıca Türkçe, sadece alıcı değil, zaman zaman verici dil de olmuştur. Özellikle Osmanlı döneminde Balkan dillerine, Arapçaya ve Farsçaya Türkçeden geçen pek çok kelime bulunmaktadır. Bu da Türkçenin yalnızca etkilenen bir dilden çok etkileyen bir dil olduğunun bir diğer kanıtıdır.
Sonuç olarak, Türkçenin tarih boyunca başka dillerden sözcük almış olması, onun “gerçekliği”ni veya meşruluğunu tartışma konusu yapmaz. Tam tersine, bu durum Türkçenin kültürel ve tarihsel etkileşime açık, esnek ve gelişmeye müsait bir dil olduğunu gösterir. Günümüzde Türkiye Türkçesi, hem köken olarak Orta Asya Türkçesiyle bağını sürdüren hem de tarih boyunca kazandığı unsurları işleyerek özümsemiş bir dil olarak yaşamaktadır. Bu dilin “gerçekliği”, kökeni değil; halk tarafından her gün konuşuluyor, yazılıyor ve düşünülüyor olmasıdır. Bir dilin gerçekliği, yaşayan bir halkla birlikte kendisini sürekli yeniden üretmesidir.
Kaynakça
Aitchison, J. (2001). Language Change: Progress or Decay? Cambridge University Press.
Clauson, G. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish. Oxford University Press.
Crystal, D. (2003). The Cambridge Encyclopedia of the English Language. Cambridge University Press.
Durmuş, O. (2004). Alıntı Kelimeler Bakımından Türkçe Sözlük Üzerine Bir Araştırma. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Göksel, A., & Kerslake, C. (2005). Turkish: A Comprehensive Grammar. Routledge.
Heyd, U. (1954). Language Reform in Modern Turkey. The Hebrew University.
Lewis, G. (2002). The Turkish Language Reform: A Catastrophic Success. Oxford University Press.
Johanson, L., & Csató, É. Á. (Eds.). (1998). The Turkic Languages. Routledge.
Stamper, K. (2017). Word by Word: The Secret Life of Dictionaries. Vintage.
Tekin, T. (1995). Orhun Yazıtları: Kül Tigin, Bilge Kağan, Tunyukuk. Türk Dil Kurumu Yayınları.